15 Nisan 2008 Salı

dikkat kampüste faşist var

evet işte tam da bu şahıstan söz ediyorum. birkaç gün önce akdeniz üniversitesinde fütursuzca silahını çekip ortalığa ateş eden Ömer Ulusoy'dan.
efendim adam yakalandı, polisteki ifadesinde pişman olmadığını söyledi ama hakim karşısına çıkınca nedense vaz geçti filan neyse tutuklandı ve cezaevinde şuan.
ben bunları önemsemiyorum. açıkcası kimliği görüntülerde ayan beyan ortada olan birini yakalayamasalardı asıl garip olan o olurdu.
benim aklımın takıldığı noktalar başka. öğrencilik hayatını ankara üniversitesi hukuk-siyasal-iletişim ve eğitimin bulunduğu cebeci yerleşkesinde geçiren ve dil tarihli öğrenciler böyle olaylara alışkındır. çünkü bizim okullarımızın geçmişten gelen bir siyasi duruşu ve kültürü vardır. bundan mütevellit hemen hemen her gün okul önünde minibüslere doluşmuş ya da o gün yaşanacak olayın niteliğine göre panzerlerle gelmiş polislere aşinayızdır biz. (hatta dil-tarihte kampüsten içeriye girip orda bekler bu arada orta bahçede kız keser bu polis beyler) yani biz polise de olaylara da gayet alışkınızdır. fakat olayın bana garip gelen yanı olayların bu kez bir taşra üniversitesinde çıkarılıp gündeme oturtulmuş olması. yani neden ankara ya da istanbul üniversiteleri değil de bu kez burası seçildi? seçildi diyorum çünkü bunun basit bir sağ-sol çatışması olduğuna inanmıyorum.
dünkü taraf gazetesinde mhp'nin önde gelenlerinden biriyle yapılmış bir röportaj vardı.(adamın adını hatırlar hatırlamaz buraya yazacağım: Doç. Dr. Vedat Bilgin'miş efendim bu şahsiyet ve Devlet Bahçeli'nin de başdanışmanı imiş.) orda diyor ki bu bize cuntacılardan, darbecilerden bir uyarı. yani bizim aslında bu ömer ulusoy dene şahısla bir alakamız yok; bu bize yapılmış bir ayağını denk al ikazı. milliyetçilik ve ulusalcılık başka şeyler. biz milletin iradesiyle iktidara gelmiş bir partinin yine milletin iradesiyle gitmesini istiyoruz. yani biz demokrasiyi savunuyor ve istiyoruz diyor. hani mantıklı laflar etmiş filan ama çok da geçmişe gitmeyeceğim dil-tarihi basan ülkücü tayfayla da mı hiç alakası yok mhp'nin? satırlarla öğrencileri doğramaya kalkan? kendini solcu addeden tayfa da sütten çıkmış ak kaşık değil kabul ediyorum fakat siyasi olan her şey gibi mhp de burda işine geldiği gibi tavır alıyor.
son olarak bir arkadaşımın yolladığı bu yazıyı eklemek istiyorum. bakalım sizin için de bir şeyler ifade edecek mi ve bu olayla bağlantı kurabilecek misiniz?

“Donald Ewen Cameron kimdir?” diye sorulsa kaç kişi doğru yanıt verir bilinmez. Oysa insanlık tarihinde utançla anılacak bir psikiyatristin adıdır bu.
Cameron, 1950’li ve 60’lı yıllarda, insan hafızasının kontrolü üzerine yürütülen CIA projesi MKULTRA kapsamındaki deneyleri yapmış. Depresyon, anksiyete gibi şikayetleri olan hastalarına kendilerinden habersiz ilaç vererek elektrik şok tedavisi uygulamış.
Amaç, hafızadakileri silip yeni bir insan yaratmak.

***
Naomi Klein, “The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism (Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi)” adlı yeni kitabında, kapitalizmin de aynı şok yöntemiyle yayıldığını söylüyor.
Küreselleşme karşıtlarının manifestosu olarak değerlendirilen ilk kitabı “No Logo” ile uluslararası ün kazanan Klein, Kanadalı bir gazeteci. The Nation, The Guardian ve The Globe’da yazıları yayınlanıyor. İkinci kitabı da, ilki gibi dikkatle okunması gereken çok önemli bir çalışma.
Klein, Cameron’un şok terapisinden yola çıkarak, savaşlar, terör saldırıları, darbeler ve doğal afetler yoluyla toplumlarda şok yaratıldığını söylüyor.
Sonra da, bu ilk şokun yarattığı korku ve düzensizlik ortamını kullanan politikacılar ve şirketler aracılığıyla, ekonomik olarak ikinci şok gerçekleştiriliyor.
Bunlara direnenlere, gerekirse, polis ve hapishane sorgularında üçüncü şok uygulanıyor.
Amaç, toplumu kapitalizmin vahşi uygulamalarına hazır hale getirmek.
Bu model, Thomas Friedman’ın geliştirdiği modern kapitalizmin taktiksel stratejisiyle de uyuşuyor:
Büyük bir kriz beklenir (ya da yaratılır), vatandaşlar krizden bocalamış bir haldeyken devlete ait hizmetler özel kişilere devredilir ve sonra da bu sözde “reformlar” kalıcı bir hale getirilir.
Ne diyordu kapitalizmin gurusu?
İster gerçek olsun, isterse gerçek gibi algılansın, sadece bir kriz gerçek bir değişiklik doğurur. Yani yarat krizi, yap yağmayı!
Irak’ta bilim insanlarının katledilişi; kültür birikiminin yok edilişi; Amerikan özel güvenlik şirketi Blackwater’ın karıştığı skandal, hepsi aynı oyunun bir parçası…
Beş yıllık işgalin sonunda gelinen nokta içler acısı… Irak’ta profesyonel olarak iş sahibi olanların yüzde 40’ı, doktorların yüzde 35’i, 2003’ten bu yana ülkeyi terk etti. Toplam nüfusun sadece yüzde 32’si içme suyuna ulaşabiliyor ve kanalizasyonları çalışan yerlerde yaşayanların oranı sadece yüzde 19.
Eh, bu durumda işgalci güçlere iş düşüyor değil mi? Önce yıktılar, şimdi “yeniden inşa” edecekler…ki sonra yeniden yıksınlar…

***
Neoliberal ekonominin şoklara bağımlılığı, bugüne kadar Latin Amerika’dan Rusya’ya, Lübnan’dan Irak’a kadar dünyanın her yerinde kendini gösterdi.
Rusya’da bir gecede yapılan özelleştirmelerle zengin olanlar; Lübnan’da dış borcu halktan alınan yüksek vergilerle kapatmaya çalışanlar; Irak’ta hakim olan korku ve düzensizliği en büyük umutları olarak gören Batılı güvenlik firmaları…
Ve sonunda felaket kapitalizmine karşı gelmeyi öğrenen halklar!
Artık dünyada çok sayıda insanın, neoliberal politikaların öncülüğünde uygulanan bu şok “terapi” yönteminin farkında olduğunu söylüyor Naomi Klein.
Örnek olarak, Latin Amerika ülkelerinde yaşananları gösteriyor. Putin Rusyası bir diğer örnek.
İlginç bulduğum bir nokta, kitapta Türkiye’ye yalnızca bir kere atıfta bulunulması. O da, Latin Amerika’nın IMF’den kurtuluşunun anlatıldığı bölümde. Malum, Türkiye IMF’nin hala müşterisi…
Arjantin’in eski Devlet Başkanı Nestor Kirchner demiş ki, “IMF’den sonra da hayat var; üstelik iyi bir hayat!”
Demek ki, sonunda diyalektik bir şekilde kendisini gösteriyor ve şok terapiye şok tepkiler verilebiliyor.
Merak ettiğim, bu Türkiye’de ne zaman ve nasıl olacak?

Hiç yorum yok: