24 Nisan 2008 Perşembe

dikili belediye başkanı


Dikili Belediye Başkanı Özgüven 'suç işlemeye' devam edecek

Dikili Belediyesi'nde ücretsiz muayene yapılıyor, 10 tona kadar sudan ücret alınmıyor. Özgüven, "Bunlar suçsa suç işlemeye devam edeceğim" diyor.

10 tona kadar suyun ücretsiz kullanıldığı, belediyeye ait sağlık merkezinde ücretsiz muayene ve tahlillerin yapıldığı, öğrencilerin otobüslerce evlerine bırakıldığı İzmir'in Dikili ilçesinde Belediye Başkanı Osman Özgüven'e açılan dava tartışılıyor. Özgüven, dün düzenlediği basın toplantısında 'vatandaşlardan 10 tona kadar kullanılan sudan ücret alınmaması' nedeniyle Sayıştay denetçisinin raporu sonucu hakkında 'görevi kötüye kullanmak'tan dava açılmasına karar verildiğini söyledi. Özgüven, "Eğer bunlar suçsa, bu suçu işlemeye devam edeceğim" dedi. Sudan 10 tona kadar kullanımda ücret alınmaması kararının belediye meclisinde oybirliğiyle alındığını belirten Özgüven şöyle konuştu: "Hukuka karşı gelmem, gerekirse mecliste 20 ton sudan 5 kuruş ücret alınması kararını çıkarırım. Halktan aldıklarımızı halka veriyoruz. Dikili'nin bir ucundan bir ucuna kadar uzunluğu beş kilometre, öğrencilerimizi ücretsiz taşıyoruz. Bir sağlık merkezimiz var, tıbbi müdahale 1 YTL. Röntgen için 5-6 YTL para alıyoruz. Ekmek 25 YKr ve zarar etmiyoruz." (radikal)
geçenlerde okumuştum bu haberi sosyal devlet kavramının içini doldurarak uygulayan bu adam hakkında bizim idaremi napıyor? soruşturma açıyor. bence haberin kendisi yeterince açık ve net. yorum yapmayacağım ama anayasayla güvence altına alınmış bir kavramı nasıl soruşturma açacak bir durum olarak yorumlayabildiler hayret doğrusu.(hukukçu kimliğimden uzaklaşarak ve hukuki gerekçeleri görmezden gelerek söylüyorum bunları) suçsa bu işlemeye devam edeceğim demiş sayın özgüven helal olsun ne diyeyim.

17 Nisan 2008 Perşembe

aileden mhp'li olmak ne demektir?

bu sorduğum soru bazılarınıza k.çımdan uydurduğum bir soruymuş gibi gelebilir; ancak bu soru tamamen gözlemlediklerim üzerine sorulmuş bir sorudur.
şimdi siyasi görüş genetik midir mesela?
anne- baba solcuysa çocuk da solcu anne baba sağcıysa çocuk da illa sağcı mı olur?
ben her iki örnekten insanlarla da karşılaştım.
ama bu sadece sağcı değil de mhp'li olma durumunun bir genetik yanı var sanırım.
örneğin benim bir arkadaşım "benim babam koyu mah'li ben de öyleyim" diyordu halen de diyordur eminim. sonra bundan bir önceki sevgilim de öyleydi. ve en son dolmuşta yanımda oturan hemen hemen yaşıtım olan kadınla dolmuşların nasıl bu kadar az sayıda olduğundan belediyenin ve ak partinin uygulamasından kaynaklanan bu sorun hakkında konuşurken şöyle bir cümle kurdu "biz ailecek koyu mhp'liyiz bla bla bla" ve hatta bunu birkaç kez de vurguladı. hatta ve hatta mhp'li olması yüzünden işinden olmuş da falan filan...(burda diyemedim ki son zamanlarda ak partiye neredeyse tam destek verenin mhp olduğunu; bir düşünceye fanatik bir şekilde sarılmış kişilerle tartışmaya asla girmem ben, pes ettim ve iyi ettim bence)
şimdi bu olayda beni rahatsız eden nokta ne derseniz; birincisi bu ülkede her ne kadar işe gelindiği gibi uygulansa da din, vicdan ve düşünce özgürlüğü Anayasayla koruma altında; buna mukabil herkes dilediği partiyi tutmakta serbesttir ve bu beni hiç mi hiç ırgalamaz.
beni rahatsız eden şey fanatizm. ister solcu ister sağcı ister laikçi(bunu bilerek yazıyorum) ister kemalist olsun isterse de galatasaraylı/fenerbahçeli olsun ama fanatiklik seviyesine getirmesin bu fikri. körü körüne sarılıp o düşüncenin mesihi haline gelip dogmalaştırmasın.
aileden miras alınan siyasi görüş sorgulamamayı da beraberinde getiriyor bence. insanlar okuyup düşünüp yeterince sorguladıktan sonra belli siyasi zeminler oluşturmalılar kafalarında. ve bu oluşturdukları zeminler de değişime ve yeniliğe en önemlisi de eleştiriye açık olmalı.
yoksa milliyetçi olmak 15 yaşında ölen bir çocuğun ölümünü "vatan kurtuldu" kisvesi altında alkışlamak değildir.

15 Nisan 2008 Salı

dikkat kampüste faşist var

evet işte tam da bu şahıstan söz ediyorum. birkaç gün önce akdeniz üniversitesinde fütursuzca silahını çekip ortalığa ateş eden Ömer Ulusoy'dan.
efendim adam yakalandı, polisteki ifadesinde pişman olmadığını söyledi ama hakim karşısına çıkınca nedense vaz geçti filan neyse tutuklandı ve cezaevinde şuan.
ben bunları önemsemiyorum. açıkcası kimliği görüntülerde ayan beyan ortada olan birini yakalayamasalardı asıl garip olan o olurdu.
benim aklımın takıldığı noktalar başka. öğrencilik hayatını ankara üniversitesi hukuk-siyasal-iletişim ve eğitimin bulunduğu cebeci yerleşkesinde geçiren ve dil tarihli öğrenciler böyle olaylara alışkındır. çünkü bizim okullarımızın geçmişten gelen bir siyasi duruşu ve kültürü vardır. bundan mütevellit hemen hemen her gün okul önünde minibüslere doluşmuş ya da o gün yaşanacak olayın niteliğine göre panzerlerle gelmiş polislere aşinayızdır biz. (hatta dil-tarihte kampüsten içeriye girip orda bekler bu arada orta bahçede kız keser bu polis beyler) yani biz polise de olaylara da gayet alışkınızdır. fakat olayın bana garip gelen yanı olayların bu kez bir taşra üniversitesinde çıkarılıp gündeme oturtulmuş olması. yani neden ankara ya da istanbul üniversiteleri değil de bu kez burası seçildi? seçildi diyorum çünkü bunun basit bir sağ-sol çatışması olduğuna inanmıyorum.
dünkü taraf gazetesinde mhp'nin önde gelenlerinden biriyle yapılmış bir röportaj vardı.(adamın adını hatırlar hatırlamaz buraya yazacağım: Doç. Dr. Vedat Bilgin'miş efendim bu şahsiyet ve Devlet Bahçeli'nin de başdanışmanı imiş.) orda diyor ki bu bize cuntacılardan, darbecilerden bir uyarı. yani bizim aslında bu ömer ulusoy dene şahısla bir alakamız yok; bu bize yapılmış bir ayağını denk al ikazı. milliyetçilik ve ulusalcılık başka şeyler. biz milletin iradesiyle iktidara gelmiş bir partinin yine milletin iradesiyle gitmesini istiyoruz. yani biz demokrasiyi savunuyor ve istiyoruz diyor. hani mantıklı laflar etmiş filan ama çok da geçmişe gitmeyeceğim dil-tarihi basan ülkücü tayfayla da mı hiç alakası yok mhp'nin? satırlarla öğrencileri doğramaya kalkan? kendini solcu addeden tayfa da sütten çıkmış ak kaşık değil kabul ediyorum fakat siyasi olan her şey gibi mhp de burda işine geldiği gibi tavır alıyor.
son olarak bir arkadaşımın yolladığı bu yazıyı eklemek istiyorum. bakalım sizin için de bir şeyler ifade edecek mi ve bu olayla bağlantı kurabilecek misiniz?

“Donald Ewen Cameron kimdir?” diye sorulsa kaç kişi doğru yanıt verir bilinmez. Oysa insanlık tarihinde utançla anılacak bir psikiyatristin adıdır bu.
Cameron, 1950’li ve 60’lı yıllarda, insan hafızasının kontrolü üzerine yürütülen CIA projesi MKULTRA kapsamındaki deneyleri yapmış. Depresyon, anksiyete gibi şikayetleri olan hastalarına kendilerinden habersiz ilaç vererek elektrik şok tedavisi uygulamış.
Amaç, hafızadakileri silip yeni bir insan yaratmak.

***
Naomi Klein, “The Shock Doctrine: The Rise of Disaster Capitalism (Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi)” adlı yeni kitabında, kapitalizmin de aynı şok yöntemiyle yayıldığını söylüyor.
Küreselleşme karşıtlarının manifestosu olarak değerlendirilen ilk kitabı “No Logo” ile uluslararası ün kazanan Klein, Kanadalı bir gazeteci. The Nation, The Guardian ve The Globe’da yazıları yayınlanıyor. İkinci kitabı da, ilki gibi dikkatle okunması gereken çok önemli bir çalışma.
Klein, Cameron’un şok terapisinden yola çıkarak, savaşlar, terör saldırıları, darbeler ve doğal afetler yoluyla toplumlarda şok yaratıldığını söylüyor.
Sonra da, bu ilk şokun yarattığı korku ve düzensizlik ortamını kullanan politikacılar ve şirketler aracılığıyla, ekonomik olarak ikinci şok gerçekleştiriliyor.
Bunlara direnenlere, gerekirse, polis ve hapishane sorgularında üçüncü şok uygulanıyor.
Amaç, toplumu kapitalizmin vahşi uygulamalarına hazır hale getirmek.
Bu model, Thomas Friedman’ın geliştirdiği modern kapitalizmin taktiksel stratejisiyle de uyuşuyor:
Büyük bir kriz beklenir (ya da yaratılır), vatandaşlar krizden bocalamış bir haldeyken devlete ait hizmetler özel kişilere devredilir ve sonra da bu sözde “reformlar” kalıcı bir hale getirilir.
Ne diyordu kapitalizmin gurusu?
İster gerçek olsun, isterse gerçek gibi algılansın, sadece bir kriz gerçek bir değişiklik doğurur. Yani yarat krizi, yap yağmayı!
Irak’ta bilim insanlarının katledilişi; kültür birikiminin yok edilişi; Amerikan özel güvenlik şirketi Blackwater’ın karıştığı skandal, hepsi aynı oyunun bir parçası…
Beş yıllık işgalin sonunda gelinen nokta içler acısı… Irak’ta profesyonel olarak iş sahibi olanların yüzde 40’ı, doktorların yüzde 35’i, 2003’ten bu yana ülkeyi terk etti. Toplam nüfusun sadece yüzde 32’si içme suyuna ulaşabiliyor ve kanalizasyonları çalışan yerlerde yaşayanların oranı sadece yüzde 19.
Eh, bu durumda işgalci güçlere iş düşüyor değil mi? Önce yıktılar, şimdi “yeniden inşa” edecekler…ki sonra yeniden yıksınlar…

***
Neoliberal ekonominin şoklara bağımlılığı, bugüne kadar Latin Amerika’dan Rusya’ya, Lübnan’dan Irak’a kadar dünyanın her yerinde kendini gösterdi.
Rusya’da bir gecede yapılan özelleştirmelerle zengin olanlar; Lübnan’da dış borcu halktan alınan yüksek vergilerle kapatmaya çalışanlar; Irak’ta hakim olan korku ve düzensizliği en büyük umutları olarak gören Batılı güvenlik firmaları…
Ve sonunda felaket kapitalizmine karşı gelmeyi öğrenen halklar!
Artık dünyada çok sayıda insanın, neoliberal politikaların öncülüğünde uygulanan bu şok “terapi” yönteminin farkında olduğunu söylüyor Naomi Klein.
Örnek olarak, Latin Amerika ülkelerinde yaşananları gösteriyor. Putin Rusyası bir diğer örnek.
İlginç bulduğum bir nokta, kitapta Türkiye’ye yalnızca bir kere atıfta bulunulması. O da, Latin Amerika’nın IMF’den kurtuluşunun anlatıldığı bölümde. Malum, Türkiye IMF’nin hala müşterisi…
Arjantin’in eski Devlet Başkanı Nestor Kirchner demiş ki, “IMF’den sonra da hayat var; üstelik iyi bir hayat!”
Demek ki, sonunda diyalektik bir şekilde kendisini gösteriyor ve şok terapiye şok tepkiler verilebiliyor.
Merak ettiğim, bu Türkiye’de ne zaman ve nasıl olacak?

neden?

gerekçelerim çok basit aslında buraya yazmak için. diğer tarafta gömülmüş vaziyetteydim kendime ve sorunlarıma. çok fazla şahsi içerikle dolu bir bloga 'düşünce' yazıları eklemek saçma olacaktı. (gerçi bi aralar yazdığım bir yazı var ama) neyse düşünce yazıları da demek istemiyorum burada yazmayı planladıklarıma sadece günlük olarak bir gazeteyle medyayı takip eden ben okudukları hakkında bir şeyler söylemek için bu blogu açtı diyelim.
neticede şu sıralar garip ve kötü şeyler oluyor caanıım(!) ülkemde ucundan fikir beyan etmeden geçmeyeyim dedim...