15 Nisan 2010 Perşembe

susmak da bir seçimdir

uzun zaman klavyeyi işle ilgili şeyler yazmak dışında kullanmayınca yeniden yazmaya başlamak zor olmaktan ziyade tedirginlik verici oluyor bünyemde. kafamda onca kelime hep yan yana oluyor ama kendini anlatmaya çalışma mecalsizliğinden midir nedir susmayı tercih ediyorum. -gerçi bu bloga kaç yazı yazdığım da sorgulabilir, kabulüm dahilindedir.-

akşam akşam yazmaya iten babamın "okuduğun gazete de gazete olsa" aşağılama cümlesiydi.

aslına bakılırsa yazıyı yazdıran etken yazının ortalarında sorgulanmalı. en başta bu cümlenin bende uyandırdığı kavrama inmeli: seçim - tercih. seçmek fiili tamamen öznel bir durum ifade ediyor benim için. nasıl nerde ve ne zaman doğacağımız kısımları haricinde aslında hayatımız çoğunlukla seçimlerimiz çerçevesinde ilerliyor. tesadüfi olarak geldiğimiz küçük dünyamızda belirli bir yaştan sonra tamamen seçimlerimiz doğrultusunda ilerliyoruz. (seçeneklerin çeşitliliği ya da zorunlu olduğumuzu düşündüğümüz sınırlayıcı durumları bir kenara bırakmalı bu noktada elbet)

kendi adıma yaptığım en önemli seçim dönüp baktığımda okumak olmuştur herhalde. başlangıçta ne bulursan elde ne varsa okumalarından zamanla bu durum da değişkenlik ve seçicilik gösterdi. imkanlar fazlalaştı, belirli zamanlarda kafamda oluşan zeminler temelinde okuduğum şeyler de haliyle değişti.

ama seçimlerim her zaman bana aitti. şahsi bir durumu ifade eden seçim kelimesinin nihai sonucu olarak da bana ait olmalıydı zaten, sorgulamamalıydı.

ama şimdi en başta seçimlerime basit eleştiriler getirmek dışında bana karışmama hususunda gayet demokrat olan babam okuduğum gazete üzerinde hayatımdaki bir "seçim"ime müdahalede bulunmaya niyetleniyor eline geçen her fırsatta. onu tolare edebiliyorum en nihayetinde ailenin verdiği ayrıcalıkla ama bu seferde dışardan insanlar bu özgürlüğüme dokunma çabasına giriyorlar. işin ilginç yanıysa onların da babam gibi kendilerini gayet demokrat görmeleri. bense babam dışında kimseyi tolare etmek istemiyorum. en nihayetinde demin de vurguladığım gibi onlar ailemden olmamalarından mütevellit tolare edilme ayrıcalığına sahip değiller ki ben de onlara bu ayrıcalığı asla ve katiyen tanımıyorum.

hele ki günde bir gazeteyi okumaktan aciz, kulaktan dolma, ondan bundan duyma tevatürlerle bana gelenlerin bu hakkı kendilerinde nasıl görebildikleri üzerimde can sıkıcı bir his yaratmaktan öte gidemiyor. ki zaten onlar benim bir selamdan öte paylaşabileceğim bir şey olmayanlar. o nedenle açıklama yapmadan susmayı tercih ediyorum.

bunlara karşın bir de sevdiklerim, hayatıma dahil ettiklerim var. değer verip seçimlerine saygı gösterdiklerim. seçim kelimesinin şahsiliğinden kaynaklanan bu saygı gösterme durumu benim için en doğal olanı. sevmek fiilinin seçimsiz olmasından kaynaklanır bu da, kim önce seçip sonra sever benim için anlaşılır değil. ama yine de susmak çözüm gibi duruyor bu noktada da. kendini anlatma çabası seçimlerini meşrulaştırma çabasına dönüşüyor bir yerden sonra ki benim seçimlerimin tek meşruluk temeli kendi vicdanımdaki hesaplaşma olabilir sadece. ki bu da içsel bir eylem olarak sadece beni ilgilendirir.

en nihayetinde konuyu kısaca bağlamam gerekirse ailenin tolare edilebilir müdahaleleri dışında seçimlerin şahsiliği mevzu bahis olduğunda kişilerin seçimlerini sorgulamak ve hatta değiştirmeye çalışmak en basitinden diktatörce bir tavır sergilemenin ala gibi geliyor bana. bunun sonu da doğruluk - yanlışlık ekseninden öte seçim olgusunun özgürlük yanına halel getirmekten başka da bir şey olmuyor...

Hiç yorum yok: